Röportaj: Mayis Alizade
1943 doğumlu bilim insanı İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği fakültesinden mezun olduktan sonra Almanya’ya gitti. Diş hekimliğinin yanısıra bilimle uğraştı ve bilim tarihi alanında doktorasını savundu. “Ermeni soykırımı” iddialarına karşı Almanya arşivlerinden derlediği belgeler temelinde kaleme aldığı “İkiyüzlülüğün Almancası” kitabı büyük ses getirdi.
Dr. Engin Çoruh, Almanya’nın Stutgart kentinde yaşamakta. Avrupa arşivlerinden derlediği belgelere istinaden kıymetli araştırmaların altına imzasını atmış tabip ve bilim tarihçisi Çoruh, sorduğumuz sorulara içtenlikle cevap verdi.
Yeniçağ: “İkiyüzlülüğün Almancası” kitabınız Türkiye, Avrupa ve ABD’de sözde “soykırım” iddialarına karşı objektif biçimde mücadele edenler için önemli bir kaynak teşkil etti ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti devleti de bundan sonraki mücadelelerde mühim bir kaynak elde etmiş oldu. Sizin değerlendirmeniz?
Çoruh: Şimdiye kadar başta Amerika Birleşik Devletleri olmak kaydıyla, müttefikimiz olan pek çok NATO ülkesi dahil 40 kadar ülke parlamentosu, ciddi kuruluşlar ve dünya kamuoyunun büyük bir bölümü bizi soykırım yapmakla suçluyor. Soykırım suçlaması dünyadaki en büyük ve ağır bir suçlamadır. Soykırım dünyanın en adi suçudur ve nesilden nesile bütün bireyleri itham eder. Bunun en güzel örneği Nazi’lerin Yahudilere uyguladığı soykırımdır. Bugün Almanya’da genç nesiller konu Yahudiler olunca başlarını öne eğerler.
Bugün bazı ülkelerin eğitim sistemlerinde çocuklara Türklerin birer cani olduklarını, zavallı, masum Ermenileri Hristiyan oldukları için öldürdükleri resmen öğretilmektedir. Bu konuda resmî ders kitaplarında konular bulunmaktadır. Bunun yetişen nesillere etkisi nasıl olacaktır? Örneğin Almanya’da yaşayan ve okula giden onbinlerce Türk çocuğu tarihÎ doğrulara aykırı olan, yalanlara dayanan ama okul kitaplarına resmen geçmiş olan bu iddialar karşısında ne diyecekler ve Alman arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacaklardır? Bu şekilde beyni yalanlarla yıkanmış olan çocuklar büyüyüp hayata atıldıkları zaman ve bulundukları ülkede söz sahibi mevkilere geldiklerinde kökleri olan Türkiye ve Türkler hakkında ne düşüneceklerdir?
Ne yazık ki Uruguay Parlamentosunun 1965 tarihinde almış olduğu Ermeni Soykırımı kararına karşı 1965’ten beri iş başında bulunan hükûmetlerin hiç biri bu konuda gereken adımları atmamışlardır. İş başında olanların bilgisizlik ve vurdumduymazlıklarından dolayı yalanlara dayanan soykırım iddiaları çığ gibi büyümüştür. Konu uluslararası bir olay haline geldiğinden uluslararası konularda muhatap ülkenin hükûmetleridir. Araştırmacılar yaptıkları araştırmalar ile hükûmetlere yardımcı olurlar. Bu tip araştırmaların koordine edilmesi ve bilimsel olarak yapılması gerekmektedir. Ne yazık ki hükûmetlerin gereken ilgiyi göstermemesinden dolayı idealist, doğruları bulmaya çalışan bir avuç araştırmacı tarihî doğruları bulmaya ve doğruları açıklamaya çalışmaktadır. Hiç bir şekilde destek almayan bu idealist araştırmacılar zorluklar altında bir şeyler yapmaya çalışmaktadırlar. “İkiyüzlülüğün Almancası” adlı kitabım Alman arşiv belgelerine dayanarak tarihî gerçekleri bulmaya ve böylelikle 2016 tarihinde 1915 olaylarını soykırım olarak deklare eden Alman Parlamentosu’nun kararına karşı Almanlara kendi belgeleri ile cevap vermeyi hedeflemiş bir kitaptır.
Kitapta şimdiye kadar hiç bilinmeyen ama konumuz ile ilgili hayati önemi olan belgeler vardir. En önemli belgelerden biri de, harp sonunda İngilizlerle ateşkes anlaşması yapan Almanların, İngilizlerin baskıları sonucu tehciri haklı gösteren bütün belgelerin Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından sahtelerinin yapılması ve orijinal belgelerin yakılması ile ilgili olan belgedir. Bunun yanı sıra Berlin’den gelen bir emirle Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesinin belgesi de çok önemlidir. Kanal ve Sarıkamış Harekâtlarının emirleri ve Cihat ilanı emri de Berlin’den gelmiştir. Belgelerde Osmanlı Ordularının Almanların emrinde olduğu belirtilmektedir. Bütün bunlara dayanarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki tehcir emri de Berlin’den gelmiştir. Belgelerde Van’da isyan edip şehri ellerine geçiren Ermeni isyancıların Van şehrinde 120.000 Türk’ü öldürdüğü ve Van’ı Ruslara teslim ettikleri de yer almaktadır.
Yeniçağ: “Anadolu’nun tapusu Türklerindir” kitabınızla ilgili okurlarımızı da bilgilendirmeniz mümkün mü?
Çoruh: Bu kitap senelerdir Türkiye’de okullarda bize öğretilen bir yalanı incelemektedir. Peki bu büyük yalan nedir diye soracak olursanız açıklayayım.
Bize ilkokuldan başlayarak hayata atılıncaya kadar geçen eğitimimiz süresince biz Türklerin 1071 Malazgirt Zaferi ile Orta Asya’dan geldiğimiz öğretildi. Bir nevi beynimiz yıkandı ve şartlandırıldık. Hatta öyle ki ben bile doktora tezimde Türklerin 1071’de Anadolu’ya geldiğini bildirmiştim. Böylelikle bilmeyerek yalana ortak olmuştum.
Seneler sonra gözümü açan ve beni doğruları bulmaya yönlendiren değerli Muazzez İlmiye Çığ Hocamızla tanışıncaya kadar bu yalanı söyledim durdum. Fakat sonraları araştırmaya başlayınca bunun kuyruklu bir yalan olduğunu gördüm. Bu yalan nedir?
Sümer Tabletleri zamanımızdan 4.500 sene önce Anadolu’da var olan bir Türk Krallığından bahsederek bizim 5.000 seneden beri Anadolu’da olduğumuzu açıkça ortaya koyar. Elbette Sümer tabletleri aracılığı ile tarihî doğrular ortaya çıkınca bu yalanın neden ortaya atıldığını düşünmeye başladım. Bana göre bu yalanın ardında Türkiye ve Türkler aleyhinde planlanmış pis ve ülkeyi bölücü bir hedef yatmakta.
Avrupalı, Türk tarihini 6.-7. yüzyıla götürürür. Orhun Anıtları onlar için Türk tarihinin başlangıcıdır. Bu teze göre Türkler dünya medeniyetine hiç bir katkıda bulunmamıştır. Türkler göçebe ve barbar bir kavimdir.
Türklerin ana yurdu Orta Asya’dır. Bu yüzden Türkler Anadolu’dan atılıp Orta Asya’ya gitmelidirler.
Türk adı ile kurulmuş ilk Kaanlık, Göktürklerdir. M.S 552. (Yine Türk tarihini öne çekmeye çalışan bir iddiadır bu.) Halbuki Türk adı ile kurulmuş ilk krallık M.Ö 2.500 senelerinde Anadolu’da kurulan Tu ruk ki (Tü rük ki) Krallığıdır.
Türkler Anadolu’ya gelmeden önce Anadolu’da Roma, Yunan ve Bizans medeniyetleri vardı. Barbar Türkler bu medeniyetleri yok ettiler. Burada dikkat edilecek nokta Avrupalı kendi medeniyetinin başlangıcı olarak Yunan ve Roma medeniyetini görür. Böylelikle Türkler Avrupa medeniyetinin düşmanları olarak vurgulanır.
Anadolu aslında Yunanlıların, Ermenilerin ve Kürtlerin ana vatanıdır. Barbar Türkler bu toprakları istila etmişlerdir. Bu topraklar asıl sahiplerine iade edilmelidir.
Sümer tabletleri aracılığı ile bu yalanları düzeltmeye ve tarihî doğruları bulmaya çalıştım. Aynı zamanda Değerli Muazzez İlmiye Çığ’ın önderlik yaptığı Sümerler Türklerin atalarıdır tezinin doğru olduğunu gösteren bir çalışmayı da kitaba ekledim. 4.000 kadar Türk çocuk isminin Sümer kökenli olduğunu ve günlük hayatta pek çok Sümer kökenli kelime kullandığımızı kısaca örneklerle gösterdim. Bugün Türkiye’de 20-25 milyon insanın adı Sümer kökenli ama kimse bunun farkında değil. Hatta o kadar büyük bir yanıltı içindeyiz ki bazı isimleri Arapça veya Farsça olarak biliyoruz. Örneğin Nur, Ayşe, Burak gibi isimler Sümer kökenli. Bazı araştırmacılar Temel isminin Yunancadan geldiğini söylerler. Halbuki Temel, Sümer kökenli bir isimdir.
Bu kitap da ortaya atılan yalanları düzeltmek ve tarihî doğruları ortaya çıkarmak için kaleme alınmıştır.
Yeniçağ: Bu kitap bağlamında baktığımızda 20 Haziran’da 110 yaşını kutlayacağımız yakın arkadaşınız Muazzez İlmiye Çığ Hocanın çalışmalarıyla ilgili neler söylemek ve gazetemiz aracılığıyla kendisine hangi dileklerde bulunmak isterdiniz?
Çoruh: Muazzez İlmiye Çığ benim tanıdığım en değerli insanlardan biridir. Çalışmalarımda beni her zaman destekleyen ve Sümerlerin Türklerin ataları olduğunu söyleyip bana doğru yolu gösteren çok değerli bir insandır. İdealisttir. Atamızın yolundan hiç bir zaman ayrılmayan, Atamızı her zaman kalbinde taşıyan, doğrulardan hiçbir zaman taviz vermeyen, her zaman doğrunun peşinde koşan, araştırmacı, ve bu özellikleri ile bütün dünyada haklı bir isim yapmış eşine ender rastlanan kişiliğe sahip bir insandır. Çok mütevazıdır. İyi ve örnek bir annedir. Vatanperverdir. Derin bilgisi sayesinde Sümerlerin Türklerin ataları olduğunu bulmuş ve bu bulgusunu yazmış olduğu kitaplarla açıklamıştır. Türklerin kendi tarihlerini bulmalarında ve köklerine inmelerinde büyük bir çaba gösteren Muazzez İlmiye Çığ’ın araştırma ve çalışmaları çok değerlidir.
Muazzez Hocamızın araştırmaları ve bulguları sayesinde Türklerin kökenleri ve dünya medeniyetine katkıları ortaya çakmıştır. Bana göre yeni nesillere yol göstermesi için heykeli dikilecek bir insandır. Sizin aracılığınızla İstanbul, Eskişehir ve Mersin Belediyelerine sesleniyor ve teklif ediyorum; şehrinizdeki bir caddeye Muazzez İlmiye Çığ adını verin.
Muazzez Hocamıza Türk milleti olarak ve Türk tarihi için çok şey borçluyuz. Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Her şey için kalpten gelen teşekkürlerimi sunuyorum. Böyle bir insanı tanımak benim için büyük bir şans ve mutluluk.
Yeniçağ: Roman çalışmanızın olduğunu biliyoruz. Kısa da olsa bilgi vermeyi uygun bulur musunuz? Hangi aşamadasınız?
Alman arşivlerinde çalışırken 5 Ağustos 1944 tarihinde Yahudi mültecileri taşıyan Mefkure isimli Türk gemisinin Karadeniz’de batırılması hakkında bir dosyayı bir dostum bana bildirdi ve dosyayı alıp üzerinde çalıştım. Dosyanın içeriğini bir roman olarak yazmak istedim. Elbette burada vermek istediğim bazı mesajlar var.
Kötülük milletlerde değil insanlardadır. Her toplum içinde iyi insan ve kötü insan vardır. Bu yüzden milletleri kötü olarak niteleyemeyiz. Nitekim Hitler Almanyasında yakalandıkları vakit öldürüleceklerini bilmelerine rağmen Yahudileri bütün harp boyunca saklayan binlerce Alman vardır. Kitapta bu tip konulara yer verdim. Bu romanın içinde yakından tanıdığım iyi Almanlar vardır.
Almanlar ve Avrupalıların Türklere bakış açısı olumlu değildir. Bizi barbar olarak görürler. Türklerin yaptığı olumlu işleri bilmezler veya bilmek istemezler. Örneğin Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanları desteklemek için Galiçya’ya gidip orada savaşan ve pek çok şehit veren Türk Kolordusundan haberleri yoktur. Veya 19 Mart 1944 tarihinde Almanlar, Macaristan’ı işgal edince zamanın Macar Başbakanı M. Kallay’ın Türk Büyükelçiliğine sığındığını ve bütün baskılara rağmen Türkiye’nin Başbakan Kallay’ı savaşı göze alarak Almanlara teslim etmediğini bilmezler. Avrupalılar tarafından bilinmeyen bu konular kitapta işlenmiştir. Kitabın sene sonunda biteceğini tahmin ediyorum.
Yeniçağ: Türkiye’nin tarihçi bilim insanlarına öncelikle neleri tavsiye etmek isterdiniz?
Çoruh: Türkiye’nin tarihçi bilim insanlarına ben hiç bir şey tavsiye edemem. Haddime düşmez. Elbette bu dediğim bilim insanı olanlar için geçerli. Dünya çapında tarihçilerimiz var. Ama bu değerli bilim insanlarının yanı sıra bilim insanıyım diye geçinen bazı kişiler ortalıkta dolaşan ve her şeyi berbat eden bir grup daha var. Hazret-i Muhammed’in hadislerinden bu tip insanlar için söylediği bir sözü örnek olarak almışımdır ve her zaman kullanmışımdır.
“Dünyadaki en kötü insan yarı ulemadır.”
Demek oluyor ki Hazret-i Muhammed zamanında bile yarı ulemalar varmış. Bütün kötülükler hiçbir şey bilmeyen ama ortalıkta söz söylemeye ve karar vermeye yetkili olan yarı ulemalardan gelmektedir. Aslında tarih boyunca bu tip insanlar var olmuştur ve gelecekte de var olacaklardır.
Bunlar arşivlere gitmez, araştırma yapmazlar. Bilhassa Avrupalı veya yabancı tarihçilerin tezlerini savunurlar. Kopyacıdırlar. Pek fazla kafa kullanmazlar. Örneğin: Eski Türklerde hasta olan bir bireyin çadırına bir işaret konduğunu ve şamandan başka kimsenin bu çadıra girmediğini yabancı seyyahların anılarına dayanarak söylerler ama bu sistemin dünyada kullanılan ilk karantina sistemi olduğunu söylemezler.
Bu konuda söylenecek çok şey var ama yarı ulemalar bundan ne anlarlar bilemiyorum.